Çok
sık kullanılan bir söz
vardır;”ÜLKEMİZ ZOR GÜNLERDEN ZOR
SÜREÇLERDEN GEÇİYOR”.Bu sözü o kadar çok kullanıyoruz ki nerede ise her günümüz
“ zor günler “ oldu.Ancak yaşadığımız ve
yaşayacağımız ayların gerçekten “zor süreçler”
olduğuna inanıyorum.Süreci anlamak adına bazı soruları sorup ,okuyup araştırıp cevaplarını kendimize vermemiz gerekir .Belki o zaman zor
olarak gördüğümüz süreci kolaylaştırabiliriz.
Günlük
hayatımızda sıkça kullandığımız bir söz var.Nüfusunun % 99 u Müslüman olan bir ülkede
yaşamaktayız.İslam dinine inanmış bir kişi isek dini konulardaki sorulara İslam
dininin bakışını bilmemiz gerekir.Ayrıca;Devlet olarak ta laik demokratik bir hukuk devletinde
olduğumuza göre hayatımızı yürürlükteki yasalara göre yaşamalıyız.Bu yasalardan
beğenmediğimiz var olsa da (ki var olması çok normaldir) uyma zorunluluğumuz var.Beğenmediklerimizi de
değiştirmenin usulü ve esası yine yürürlükteki yasalarda mevcuttur.
Müslüman
olmanın ilk şartı Allahın varlığına ve
birliğine ,Hz Muhammed’in (SAV) Allah’ın kulu ve son peygamberi olduğuna
inanmak ve iman etmektir.Daha sonra imanın diğer şartları olan
meleklere,kitaplara,resullere,kaza- kadere
iman etmek gelir.O halde biz Müslümanlar Hz.İsa’nın ,Hz Musa’nın ,Hz
Davud’un ve Kur’anda adı geçen tüm peygamberlere inanıp iman ederiz.Bu
peygamberlere inanmakla ne Hıristiyan ne de Musevi ne de diğer dinlerden
oluruz.Ancak bir Yahudi veya bir Hıristiyan Hz. Muhammed’in (SAV) son peygamber
olduğuna inanmazlar. Daha doğrusu inanamazlar.Çünkü inanırlarsa zaten Müslüman
olmuş olurlar.Şimdi birinci soru;
1-Hz. Muhammed’i (SAV) son peygamber olarak tanımayanlarla DİNLER ARASI
DİYALOG nasıl olur? İbrahim’i dinleri bir araya getirmek yeni bir din ihsası
değil mi?
Ülkemiz parlamenter sistemle yönetilen demokratik
,laik, sosyal ve hukuk
devleti.Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ve çok partili seçimler sonucu yetki alan hükümetlerle yönetilen bir
ülkeyiz.Seçim kanununu beğenmeyebiliriz,siyasi partiler kanunumuz uluslararası
hukukun gerektirdiği şartlara sahip olmayabilir .Hukukun değil de kanunun
egemen olduğu bir pratiği yaşıyor da olabiliriz.Ancak bütün bunlar bizim
demokratik bir ülke olmadığımızı göstermez.Ülkenin yönetimi ,seçimlerle millete
hesap veren hükümetler ile yürütülür.İktidara gelen her hükümet muktedir olmak
ister.Bu isteğin önündeki engelleri ortadan kaldırmak sadece iktidarın değil
muhalefetinde asli görevidir.Çünkü o muhalefet yarın iktidar olmak için hazır
olandır.
Cumhuriyetimiz
kurulduğu günden beri biliriz ki iktidar olan hükümetler tam manası ile
muktedir olamamışlardır.Vesayet rejimi hep devam ede gelmiştir.Vesayetin sadece
dozu ve rengi değişmiştir.
Ülke
yönetimine siyasi partiler talip olur ve seçimlere siyasi partiler
katılır.Siyasi partiler de seçimi kazanmak için sivil toplum
kuruluşlarının(STK) desteğini almak isterler.Her STK ,üyelerinin hak ve
menfaatlerini korumak için iktidara talip olan partilerden istek ve talepte
bulunur.İslamiyet’te önemli bir yere sahip olan tarikatları-cemaatleri STK
olarak kabul edenler olduğu gibi STK olarak kabul etmeyenler de
vardır.Tarikatlar ve cemaatler bazıları kendilerini STK olarak görüp ülke
yönetiminde söz sahibi olmak isteyebilirler.Bu durum aleni olarak duyurup yapılırsa herhangi bir sorun olmaz.Çünkü bu
tarikat-cemaate girecek olan bir Müslüman bilir ki sadece imanını
sağlamlaştırmak ve nefsini terbiye etmekle yetinilmeyecek aynı zamanda dünyevi
iktidardan bazı taleplerde bulunulacak.Şimdi ikinci soru;
2-Ülkemizde var olan tarikat ve
cemaatler kendilerini STK olarak görüyor mu?.Tarikat ve cemaatlerin iktidar
veya hükümetlerden talepleri
nelerdir,taleplerin bu güne kadar ne kadarı karşılanmıştır?Talepler daha
çok dünyevi işlerle mi ilgili yoksa nefis terbiyesi-kamil insan olabilmek için
yaşamsal temel ihtiyaçların karşılanmasına mı yöneliktir?.
İslamiyet’te İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları
aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir.
İslamiyet’te bilgi
kaynakları 3 tanedir.
1-Doğru haber
(a-Vahiy
b-mütevatir haber).
2-Selim Hisler( Beş
Duyu organlarımız),
3-Akıl.
Allahın
emri olan dinlerin peygamberlere bildirilmesi vahiy yoluyla olmaktadır.Bizim
dinimizde Vahiyler çoğunlukla 1-Cebrail(A.S)
vasıtası ile peygamberimize bildirilmiş.2- peygamberimize vahiy direk
olarak bildirilmiştir.3-peygamberimize sadık (gerçek) rüya yoluyla
bildirilmesidir.Vahiyler sadece peygamberlere bildirilen bilgilerdir.
Peygamberler
mucizeler gösterir Allahın veli kulları ise kerametler gösterir. Velinin velayet iddiasında bulunması,
yani “Ben veliyim” demesi doğru(uygun) değildir. Keramet sahibi olan kimse bu
kerametle gururlanmaz ve kerametini iftihar vesilesi yapmaz. İstidraç sahibi
ise gösterdiği harika ile gurur duyar. Kibri
artar, kendisini Allah'ın gazabından emin bilir.
Velayet sahibi bir insan sadık rüya görebilir
ancak bu rüya ile bir başkası amel yapamaz.Başkasının rüyası ile amel yapan bir
kimse yaptığı amelin hesabını kendi verir.Ancak Velayet sahibi gördüğü rüya ile
kendisi amel işleyebilir. O halde İslam’da bilgi kaynağı olarak velayet sahibi
insanların rüyaları kabul edilmez.;
Şeytanın peygamberimizin şekline bürünüp
rüyalarımıza giremeyeceğini biliyoruz .Ancak biz peygamberimizi cismani olarak
tanımıyoruz ki gördüğümüzün
peygamberimiz olup olmadığını anlayalım. Şimdi üçüncü sorum
3-Bütün bu
bilgilere rağmen İslam’da bilgi kaynaklarından sayılmayan rüyalar ile amel
nasıl yapılır.?21.02.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder